8 Kasım 2009 Pazar

MESEL; TOPRAK-DENGE

MESEL I; TOPRAK-DENGE

BİRİCİKLİK

İnsan toprağa ekilen bir tohum gibidir. Gün Işığına çıkıp (ne ise O olup) varoluşun tablosunda kendini ifade edebilmesi için, toprağın altında bir süre (kendisi olabilmesi için ihtiyacı olan zaman enerjisi) kalması, tohumun çatlaması için gereklidir.

Her tohum farklı iklimden geldiğinden, kabuğunu çatlatması için ihtiyaç duyacağı şartlar da farklıdır.

Fakat şu gerçektir ki, belirli bir süre sonra her tohum filiz verir ve toprakten başını kaldırır. İşte bu zamanda GÜN IŞIĞI önemlidir. Zamanı, ışığının zamanıdır.
Eğer ki tohum bahar geldiğinde filiz vermiyorsa (uyanmıyorsa) veya filizini toprakla örtme-örtülmesine izin verme eğilimindeyse ( uyanmışlık uykusundaysa) toprakta çürümeye ve bir sonraki baharın toprak maddesi olmaya yol alır.
Toprak vaktinde (bahar-kıyam-uyanma) ekilen tohum için Rahim-Doğum iken, vakti saati geçtiğinde filiz vermek yerine, toprakta kalmak isteyenler için Hiçlik-ölümdür.

Kısaca evrende her şey Denge Yasasının işlemesiyle açığa çıkabilmekte ve varlığını sürdürebilmektedir.
Ve evrensel her yasa, birbirinin içinde-dışında ve birbirini destekleyerek-tamamlayarak-basitçe dokuyarak Evrensel Matrixi oluşturur.
Evrendeki hiçbir şey Evrensel Matrixin dışında var olamaz. Her varlık Evrensel Matrixde ve Evrensel Yasaların dokusunda ve dokumasındadır. Evrensel yasalar dünyaya yansımış, yaşamın yasalarından başkası değildir.

Mesela; Tohumun çiçek olması, Süreçler Yasası içinde (çiçek olmak için geçen zaman); işleyen Denge Yasasının (çiçek olmak için gerekli su hava toprak v.s bileşenlerin gereklilik miktarı ve gereklilik süreleri) işlemesidir.
Fakat bundan önce işlemleri başlatan ilk yasa Özgür İrade Yasası ve Seçim Yasasıdır. Bir insanı düşünün, her iki yasada birlikte insanın iki kolu gibidir. İki yasanın birlikte kullanılması gerekir. Yasalardan birisi kullanılmıyormuş gibi olan yanılsamalarda, yasaları kullanmayanların veya yasaların farkındalığına eremeyenlerin yerine, varlığın kendi dışındaki başka güçler tarafından kullanılmaktadır.
Mevsim şimdi burada, dünya gezegeninde, bahar-uyanma mevsimi olduğundan, yasaların bilinmesi ve insanın; yüreğinde Ol’an gerçeğini gerçekleştirmesi yönünde kullanılması, çiçek olmak için elzemdir.

Kalbinin Yol’una sessizce yürüyen bir varlıkta;
Denge; -varlığın- kendisini bilmesidir. (tohum olduğunu ve filiz vereceğiniz ve hangi çiçeği açacağınızı bilme hali-bu koşulları-bileşenleri sağlama-yaratma).
Ol’ması ise; kendini gerçek kılmasıdır. (filiz vermesi ve çiçeğini açmasıdır. Bahçede yerini almasıdır). Ol’mak aynı zamanda evrensel yasaların üst versiyonlarıın işlediği, kuantum alanına nufuz edebilmektir.

Çiçeğin açması süreçinde; toprak, hava, iklim, bahçe, bahçevan, günışığı… v.s hepsi çiçeğin açması içindir.
Çiçek açtığında, çiçeğin açısıyla hepside (toprak, hava, su, v.s), kendisini gerçeklemiş Ol’ur.
Hepsi çiçeğin kokusunda, renginde ihtişamında ahengindedir. Çoşkusundadır.
Toprak, başka bir boyuttur ama çiçeğin gerçekliğinde de başka bir varoluşu gerçekler.
Çiçek Ol’mak başka bir boyuttur.

Çiçek Ol’mak, toprak Ol’maktan, hava Ol’maktan, gün Işığı (Güneş) Ol’maktan çok farklıdır.
Bu varoluş; toprak, hava, su için, çiçeğin varlığında gerçekleştirdikleri, hep Birlikte başka Bir Varoluştur.
Çiçek bir Sonuç ise, çiçeğin nazarından, Toprak hava su, çiçeğin açması için birlikte olabiliyorlarsa ve kendilerini çiçeğin varlığında eritip yeniden çiçekte başka bir şekilde Var olabiliyorlarsa anlamlıdır.
Çiçekte; toprak, hava, su, gün ışığı, hepside vardır. Ve bir şekilde, çiçeğinde -öncesi- toprakta havada sudadır. Ama çiçekte başka bir şey daha vardır.
Bu başka şey Çiçeğin, KENDİSİ OL’masıdır. Gül ise, gül Ol’masıdır. Lale ise, lale Ol’masıdır. Ne ise O Ol’masıdır. O’nun sonsuz düşünde, -kendisine- içkin kılınanı ifade etmesidir. Gül’e, gül olmak içkin kılındıysa ve gül, rengiyle kokusuyla, kendinde olan tüm özellikler ile büyüyüp açabiliyorsa; sonuç kendisidir. Gül’dür.

Havanın suyun, gün ışığının, kendilerinde bütün olmaları ve gerçek olmaları, başka varoluşları (boyutları) açığa çıkarmıştır. Çiçek gibi

İnsanın kendinde; fiziğiyle, ruhuyla ve bilinciyle bütün Ol’ması; yine kendi varlığında çok daha başka bir boyutu açığa çıkaracaktır. Aynı şekilde insanın; diğerleriyle ve üzerinde yaşadığı dünya gezegeniyle denge ve uyum içinde olması da bambaşka varoluş boyutlarını açığa çıkaracaktır. Zamanlar; Maya’larında dediği gibi bilinen zamanların bittiği yerdedir. İnsanın; sonsuz zamanlarda olacağı ve kendisini Sonsuz Varoluş’un bahçesinde yerini alacağı zamanlardır. İnsan; şimdi - burada topraktan çıkmak üzeredir. Tohum çatlamıştır.
Toprak her ne kadar tohum için alışıldık ve sıcak bir yuva gibi olsada, tohum filiz vermek durumundadır.
Bu nedenle 2012 bizlerin varoluşun bahçesine ilk kez hep Birlikte İnsanlık olarak göz atacağımız ve komşu çiçeklerle merhabalaşacağımız zamanlardır. 2012 korku zamanı değil kutlama zamanıdır. 2012 nihayet kendimizi, kardeşimizi, varoluşumuzu bileceğimiz zamanlardır. Köklerimiz dünya toprağındadır. Dünyadayız. Dünya bizim yuvamız. Tıpkı ışığı ilk kez gören bir kör gibi gözlerimiz sonsuz bahçede çiçek açmaya filiz verirken ışıktan etkilenebilir. Alışmış olduğu karanlığa dalmak isteyebilir veya rahatsız olabilir. Bunlar geçici durumlardır. Yapmamız uygun olan, üzerimizdeki toprağı atmak ve yaşamımızda dünyadan kopmadan ve sonsuz bahçede filiz verdiğimizi unutmadan büyümüye devam etmektir. Büyümemizde denge yasasını işler kılmak ne olduğumuzu gerçekleştirmemiz için önemlidir.

Denge; farkındalığı her anda canlı tutmak ve dünyasal ve ruhsal yaşamımızda gelişen her durumun ve olayın dengelenmesine, önce kendimizde ve sonra diğerlerinde, sevgiyle sevinçle destek vermek ve nihayetinde dünyasal ve ruhsal yaşamımızı birleştirebilmektir.

Denge; Işığımızı, bilinçli olarak dünyaya işlerken ve dünyayı bilinçli olarak cennete yükseltirken, ne dünyadan ne ruhtan vazgeçmektir. Her seferde bir adım dünyaya, bir adım cennete adım atabilmektir. Bir nefes cenneten, bir nefes dünyadan alabilmektir.
Ve bu sessiz yürüyüş sırat üzerinde yürümektir. Alemleri; kehanet edilen sonsuz zamanların yürüyüşüyle sessizce içimizde birleştirebilmektir.

Denge; varlığın kendinde bütün olmasıdır ve kalbine yapacağı içsel Yol’culukla gerçekleşebilir.
Her Yol’culuk; çok özeldir. Varlığın Biricikliğini açığa çıkarmasına hizmet eder.

Biricikliğimiz, Evrenin çokçeşitliliğine kendi imzamızı sonsuza kadar işleyişimizdir.
Biricikliğimiz, bireyselliğimizdir.
Biriciklik; kendimiz Ol’mamızdır.
Biriciklik; Evrensel İnsan Ol’mamızdır.

“Ben; Evren toprağına atılmış bir tohumum, ki kendimde üreteceğim başka bir tohumdur, O’nun Muradı ve benim, sonda O’na vereceğim”

Yazan Nilgün Nart
21.10.2009 İstanbul Turkiye

28 Eylül 2009 Pazartesi

YAŞAMIN YASALARI

YAŞAMIN YASALARI

Doğada gerçekleşmekte olan, doğa olaylarında, gezegensel dengelerde, işbaşında olan kuvvetler daima Bütünün en yüksek faydasını açığa çıkaracak görünüşte gerçekleşirler.
Fiziksel görünüş açısından, kaos olarak tanımlayacaklarımız, kaosla birlikte eğer içinden çıkmayı başarabilirsek bizi bir sonraki bilinç eşiğimizin kapısına getiren itici güç olabilecek Ol’Anlardır.
Her zaman içsel ve dışsal kaosumuzun ardında bizim için büyük gelişmeler saklıdır. Büyük gelişmeler, büyük geçişlerin habercisidir.

Öyleyse Şimdi Burada dünyada ve özel yaşamlarımızda yaşadığımız ve giderek kaotik bir hal alan dengesizlik ve kaos, yaklaşmakta Ol’An Büyük Gelişmenin ve Geçişinin dengelenme DEVİNİMLERİDİR.

Ve dengeler, yaşamın yasalarının değişmez özelliğinde hepimizin en yüksek hayrına Ol’acak şekilde, kuantum bilinçliliğinin Sonsuz Şimdisinin An’larında yaşamlarımıza akmakta ve yeniyi yapılandırmakta.
Yaşamın Yasalarının değişmez özelliği her zaman Bütünün en yüksek hayrının gözetilmesidir. Şahsımız adına bizlerde büyük gelişim evrelerinde yaşamın yasalarının değişmezine (Bütünün En Yüksek Hayrına) hizalanabilirsek ve odağımız Bütünün en yüksek hayrında tutabilirsek, yaşamlarımızın her alanında şifalanmalar kendiliğinden mücizevi olarak gerçekleşmeye başlayacaktır.
Mucizeler zaten yüksek yasalarla hizalanmamızdan kaynaklanan “kendimizin” ifadesinden başka bir şey değildir.
Mucize, yüksek realitelerin, fiziksel alemlerde tecelli etme tarzlarıdır.
Yüksek realiteler, farklı boyutların ifadeleridir, fiziksel ile çakıştıklarında, mucize olarak algılanırlar. Aslında bir başka açıdan baktığımızda da her zaman, bizlerin anlayacağı seviyede iş başındadırlar; eşzamanlılık gibi, hatırlayış gibi.

Ve bizler kendimizi yaşamlarımızda en yüksek hayrımıza ne kadar açabilirsek ve arzumuzu yüreğimizde her An tutabilirsek, bilincimizin Büyük Geçişlerini yapması (genişlemesi) ve tutabildiğ ışığı dünyada demirlemesi ve akıtması daha kolay olacaktır.
Bu farkındalık, ışığımızın sorumluğunu almayı ve kendimizce yorumlayarak içsel disiplinimizi sürekli ve gerçek kılmayı gerektirir.
“gereklilik” bizlerin dünyasal yaşamlarımızda çok sevmediğimiz bir kelimedir ve bir takım zorunlulukları ifade eder.
Fakat; yükselmek her zaman bir gücü gerektirir. Güç 3. boyut alışkanlıklarını ve algılamasını bırakabilme gücüdür.
3.Boyut algısı sıfırlanmadan (-0-); kısaca 3.boyut deneyimleri ile etkileşim, hiçbir şeyden etkilenmeyeceğimiz farkındalık noktasına yükselmeden ve bir süre bu sıfır (geçiş) noktasında kalmadan (yeninin –Nedenlerini- oluşturmadan), 5. boyut; “yaşadığımızı bilebileceğimiz” anlamda yaşanamaz.
Yaşanamadığı zaman yine farklı şekilde başka ve öncekine göre daha derin bir ayrılığın içine düşeriz. Burası da başka bir düşüştür. Ve gerçek bir düşüştür.
Tasavvuf literatüründe gerçekte -sıraat köprüsü- ile ima edilen geçiş benzetmesi 2012 ye kadar sürecek olan süredir ve buradaki düşüşlerin hepside gerçek düşüşlerdir. Çünkü Sonsuz Şimdinin An’ları bizlerin anlayabileceğimiz hali ile uzun dünyasal zaman dilimlerini kapsayabilir. Ve kapsar. Zihnimizin sabırsızlığını, dünyasal mantığını ve karmaşasını düşündüğümüzde sürelerin nasıl da dayanılmaz olabileceğini varın siz hesaplayın. Dengelenmek, sebat etmek, disiplin bir gerekliliktir.

Her ne kadar “gereklilik”; 3.boyutta mecburiyet ve zahmetli bir şey olarak adlandırılmış ve yaşanmışsa da, yüksek alemlere odaklanabilmek için, 5.boyutun eşiğinden (Bilinç Eşiği-Sıraat Köprüsü) bakıldığında “gereklilik”; 3.boyutun algısını bırakabilme ve dönüştürebilme tekniğidir.
Ve En Büyük Teknik ve yetenek ise; İnsanın (her birimizin kendimiz adına) bilincinde geçeceği ve aşacağı uçurumun tekniğidir.
Çok basit Ol’An her zaman en zordur.
Çünkü 3.boyut kaos (yokluk) boyutudur. Korku acı üzüntü ayrılık boyutudur. Dışarısıdır. Mücadele ve kargaşadır. Kaosun içinde çözüm yoktur
Basit Ol’An; her zaman içerdedir. Kabuldür ve çözümdür.

İnsanlığın bilincindeki aşılması en zor ve en büyük eşik, tüm sanrıları ve ayrılığı yaratan UÇURUM; etrafımızda bizden başka bir şey varmış yanılgısındadır. Güç ve teknik burada gereklidir.
Bilinçlilik; dışarıyı (sanrıyı-dedikoduyu-yargıyı-nefreti-öfkeyi-acıyı-ayrılığı) bırakıp gözlerimizi dışardan içimize çevirebilmekteki ve bunu her An yapmaktaki en yüksek hayrımızı görebilme bilinçliliğimizdir.
Dışardan içeriye bakabilmek; bilinçteki çok büyük bir uçurumu aşmayı gerektirir. Bu devrimseldir.
Zira dışarı baktıkça Yok’luk Alemlerine (illuzyona) bakmaktayızdır. İçimize bakmaya başladığımızda Var’lık Alemlerine -kendi- içsel gerçeğimize de bakmaya başlarız.
Kendi içsel gerçeğimize bakabilmek, gözlerimizi içeri çevirebilmek, tekamül ve ÖZ ile ilgilidir. Bu ise tasavvufun aynalar evrenindeki aynaları fark edebilmek ve her Aynadan bakanın sen (bakanın kendisi) Ol’duğunu bilebilmektir.
İçimize baktıkça ve her şeyin NEDENİNİ kendimizde aradıkça aynalarda ki görüntüde netleşecektir.
Veya Bizler -net-, -basit-, yani –kendimiz- Ol’duğumuz ölçüde aynalarda bir süre sonra netleşecek. Belki de aynaların netleşmesi; tıpkı gerekliliğin, yüksek alemlerde farklı anlamlara gelmesi ve farklı anlamların farklı görünüşleri açığa çıkarması gibi, aynalarda, biz netleştikçe başka bir GÖRÜNÜŞ olarak ortaya çıkacaklardır.

Ve Yaşamın Yasaları hiçbir boyutta değişmeden yaşanılan boyutun gerçekliğine uygun; Bütünün En Yüksek hayrına işlemeye devam edecektir.

“Dünya toprağına atılmış bir tohumum, kendimce büyüyüp ağaç olacağım Gökbahçelerinde, ki meyvelerim salkım saçak dağılacak Alemlere, yada seçimimce dünya toprağında eriyip çözüneceğim Hiçliğin Sessizliğine.” nnArt


Yazan Nilgün Nart
23.09.2009 İstanbul/ Türkiye

1 Ağustos 2009 Cumartesi

ZAMANIN RUHU, YAŞAMIN USTASI OLMAKTIR

ZAMANIN RUHU, YAŞAMIN USTASI OLMAKTIR

Zamanın ruhu; yaşama doğmasından dolayı, yaşayan bir varlık olarak kendisinin ve içinde aktığı yaşamın sorumluluğunu almış, İnsan olmayı tamamlamış, Yaşam Ustası Ol’maktır.

Paraya dayalı sistemleri medeniyetinin temel taşı yapmış insanın,
maddenin ve konfor alanlarının bağımlılığından kendisini bir an önce kurtarması ve artık yıkılmakta Ol’An eski sistemin yıkıntıları arasında hazine aramaktan, hazine arayanların kokuşmuş masallarından ve bu masallarla gün geçirmeye çalışmaktan vazgeçmesi gerekmektedir.

Maddeye-sömürüye dayalı sistemin huyudur, sömüren sömürdüğünü bırakmak istemez, taa kii cehenneme kadar birlikte götürmek ister. Sömürülen ise illüzyonda yaşadığından gittiği yerin cennet Olduğuna inandırılmıştır. Çünkü kurtarılmak istemektedir. Bu dünya ve sömürenin kendisini sömürmesi canına tak etmiştir ama yine de kurtuluşu kendi dışında kendini sömüren sistemden beklemektedir.

İnsanın kendisine ve çevresinde Ol’makta Ol’Anlara duyarsızlığı öyle bir hastalıktır ki, kişiyi ne olduğuna bakmadan cehalete ve karanlığı sürüklemektedir.
Cehalet; karanlıktır.
Cehalet insanın idrak ve anlayış melekesinin çalışmamasıdır.
Zihninin ve kalbinin atalete girmesidir.

İnsanoğlunun topluca seçim yapacağı zamanlar yaklaşmaktadır. Zaman kendi içinde dürülmeye başladığından, artık dürülmekte Ol’An zaman içinde olamayacak Ol’Anın, baskısı ve yoğunluğu da artmaktadır. Gitmekte Ol’Anın tek derdi vardır; “eski hamam eski tas nasıl devam ederim, düzenimin” derdindedir.

Küresel krizlerle birlikte gün be gün yüzleri açılmakta ve kendilerince sırlarını ortaya sermekte Ol’An eski sistemin yüzeyleri, insanlığa değişik çözümler üreterek sunuyor gözükmektedir.
Eğer insan dikkatle yeteri kadar derine ve yeteri kadar uzağa bakabildiğinde görecektir ki, önerilen çözümler başka bir isim ve konsept altında, yeni bir esaretten başka bir şey değildir.

İnsanın eski sistemin düzenini devam ettirmeyi içsel Ol’arak bırakabilmesi için, binyıllardan beri devam ettirdiği ve kendisini dışarıya (eski sisteme) bağlayan, beklentilerini ve ihtiyaç sanrılarını bırakması yeterli olacaktır.
Dünyanın illüzyondan uyanma krizleriyle sarsıldığı 21.yy da kurtarma ve kurtarılma ihtiyacımız tavan yapmış durumdadır. Hatta insan kurtarılma adına hazır mezar bulsa girip yatacak duruma gelmiştir.
Fakat acilen anlamamız gereken şudur ki;
Kitleleri kurtaramayız. Çünkü kitle diye bir şey -YOK-tur.
Kurtarılmak ve kurtarmakla ilgili her şey, istisnasız her şey egonun ürünüdür.
Kurtulmak; herkesin kendi fazlalıklarını bırakması, fazlalıklarını salıvermesi ile ilgilidir.
Düşünce zemininde ve kitlelerden hareket geçmek, kitleler için çözüm üretmek; süper egonun, bireysel varlık olmayı taklit edenin, gelişmiş bir tutsaklık oyunu yaratmaya çalışmasından başka bir şey değildir.

Gerçek Bireylerin olmadığı yerde, çözüm yoktur; bireyleşmiş kişilerden oluşan birlikteliklere topluluk denir. Ve ancak eğitilmiş insanlardan oluşan topluluklar bir bilinç taşıyabilir. Bu bilinç yazılı kurallardan oluşmaz. Çözümler; insanlığını tamamlamış ve Ol’muş ruhların, yüzyıllarda damıttığı bilgeliğinden ve çıktıkları çetin dağda gördükleri aynı içsel manzarada ve BİLİŞTE bütünlenmelerinden Ol’uşur. Bilinç birey olmuş her bir Varlığın içinde devinirken güzelliğe iyiliğe barışa çok sesliliğin içindeki ahenge uyuma, barışa huzura hayra olan ortak vizyonda öykünür ve Bir’likte çözüm yaratılır. Çözüm basitçe ortak hayra odaklanmaktır. Ve çözüm oradadır.

Burada paylaşmanın hazzı vardır. Desteklemenin anlamı vardır. Mananın derinliği, yaratmanın yüceliği, herkesin kendi sorumluluğunu almanın erdemi, aklımıza gelebilecek tüm güzel paylaşımların hepsi buradadır. Ve bu hepimizin, dünyanın dört bir tarafında ortak hayra –kendini bilme- yolunda yürüyerek hizmet edenlerin oluşturabileceği Bir Bir’likteliktir.

Birlikte üretilen ve Ol’uşan aydınlanmış Yeni Yaşamdır.

Eski enerjide veya sistemde; kitlesel çözüm sanrılarında, insan birey olarak dikkate alınmaz. İnsan, kitlenin içinde ikincildir (nesnedir)
İnsanın ikincil olduğu sistemlerde; kişiler bireyselleşemez ( bireyselleşmek özgün bir ruh varlığı Ol’maktır). Kendini olduğu gibi ifade edemez ve yaratıcılığını dolayısıyla manalarını kaybeder.
Kısaca anlamlı bir *Varoluş* gerçekleşmez.
Anlamınız olmadığında -sizde özgün Ruhun nüvesi oluşamadığından- baskın egoların sahte anlamlarına sömürülmek ve sömürmenin anlamında tükenmek üzere sistemin, sistem için çalışan (ama gönüllü ama gönülsüz) dişlisi Ol’ursunuz. (evrensel hareket kanunu, çıkamazsanız-inersiniz, genişleyemezseniz-daralırsınız, hiçbir şey durmaz))

Çünkü anlamlı varoluş yaratmakla ve Öz ile ilgilidir. Ve Tekbaşınalıktır. Tek başına durmayı öğrenemeyen ( varolamayan), yaradılışın doğası gereği kümeler halinde ortak ruhla varoluşta kalmaya çalışır. Hayvan türlerinin oluşumunda ortaya çıkan sürü psikolojisinin, fiziksel gerçeklikte bireyselleşmemiş insan kitlelerince de sergilenişinden başka bir şey değildir. Kitlelerin ruhunun yansıdığı bir lider (baş) vardır. Veya liderin yerine konan bir gurup. Veya bir çıkar birlikteliği (siyaset, borsa v.s). Veya bir imaj (moda akımları; inançlardan, kıyafetlere ve fikirlerden-duygusal eğilimlere kadar geniş bir yelpazede değişir. Kitle başsız olamaz. Ve genelde kurtarıcı Ol’An başında (liderin) kitle üzerinden tatmin olacak deneyimlenecek emelleri ve ihtiyaçları vardır.
Kısaca düzen ve sistem aynı eski sistemdir.

İnsanın anlaması gereken şudur ki;
Ya kitle olarak kalacağız illüzyon alemlerinde ve kurtarılmayı bekleyeceğiz yada bireyselleşerek hem kendi çözümlerimizin hem de içinde yaşadığımız toplumun çözümü olacağız.
Çözüm aydınlıkta Ol’ur.
Kişi aydınlandığında bireyselleşir.
Kitle cehalettir. Karanlıktır.
Karanlığın çözümü YOK-tur.
Çözümsüzlüktür.
Çünkü Kendisi YOKtur.

İnsan; kendini -ne- olduğunu bilmek için fazlalıklarını bırakıp, içine yürümeye başladığında manyetize olmaya da başlar.
Bu bireyselleşmektir.
Bireylerin çözümleri vardır.
Çünkü birey kendisi Ol’muş Bilgedir.
Varlığa çıkış yapmış Ol’Andır
VAR-dır. Ve gerçektir.
VAR Ol’An çözüm üretebilir.
Çünkü VAR Ol’An çözüm Ustasıdır.
Fiziksel Evrene çıkış yaptığı mekan+zamanın ustası Ol’muştur.

Bu nedenle 21 yy da insanın kendisine sunulan ve hiçbir bilimsel gerçekliği ve dayanağı ve dünyasal mantığı olmayan kurtuluş planlarına ihtiyacı yoktur.

İnsanın sadece anlaması gereken dinamikler ve oluşumlar vardır.

Ve insanın aklını -kalbine- toplayıp; nereye ve nasıl gideceğine karar vermesi gereken bir dönemdir.

Bunun için sadeleşmek ve basit bir yaşamı seçmek yeterlidir.
Basitliği ve sadeliği seçebilmek bilgeliktir.
Çünkü karmaşıklık bizi Yol’umuzdan oyalar.
Sadeleşmek ve basit yaşamı gerçek kılmak bir -süreci- içerecektir.
Eğer bu süreci yürüyebilirsek; sonunda; göbek bağını kitle ve sürü psikolojisinden koparmış, yaşamı Ol’duğu gibi görmüş, kabul etmiş, hesaplarını kitaplarını sonsuz kadar kapatmış, bilgeliğini-ışığını-sevgisini yaşadığı koordinatların (zaman +mekanına) işleyen “Yaşamın Ustası” Ol’uruz.
Kendimiz; basit ve sadedir. Yalın ve nettir. Tıpkı sevgi gibidir.
Sevdiğiniz zaman ya seversiniz ya da sevgi orada Yoktur. Azı çoğu Ol’maz.
Ya kendinizsinizdir yada değil.
Ya basit yaşarsınız yada yaşamazsınız.
Ya Ustasınızdır ya da değil.
Aslında her şey çok BASİTtir.
Basit Ol’Anı sadece ve sadece fazlalıklarını atarak sadeleşen USTA’nın Gözü görebilir, Kalbi bilebilir.

“Sıradan, sade ve basit Ol’mak, Usta için sıra dışı bir durumdur.” nnArt

Yazan Nilgün Nart
22.07.09 İstanbul / Türkiye

(EVRENSEL VAROLUŞ - USTA SERİSİNDEN)

7 Temmuz 2009 Salı

PSİŞİK YETENEKLER, BİLGELİĞİMİZİN İFADESİDİR

PSİŞİK YETENEKLER, BİLGELİĞİMİZİN İFADESİDİR

Sufilerin; dergahlarının ve türbelerinin kapısına yazdıkları bir cümle vardır.
*“Edeple gelen, Lütufla gider”

Edep; iki dünyayı; Öte Alemi ve yaşadığımızı sandığımız yer Ol’An dünya alemini BİR etme ve paradoksallık Ol’An O’nu Hak’ıyla kucaklama disiplinidir.

Egonun hükmüne dayalı eski sistemler yıkılırken ve eski Ol’Ana ait ne varsa büyük yaygaralar kopararak giderken, Gönül Dergahına yürüyenlerin Yeni Bilincinin, Şimdi-Burada; her An’da; düşünsel, sözel ve eylemselliğinde, kısacası Var Ol’uşunda ve Var’lığında kararlı bir sabitlik (sabite) yaratması önemlidir ve hayrınadır.

Görülmekte olandan ve yaşadıklarımızdan hareketle diyebiliriz ki; gitmekte Ol’Anın fiziksel ve eterik dünyadaki kararlılığı binlerce seneye dayanmaktadır. Bu nedenle gitmesi de haliyle biraz olaylı olacaktır.
Eski Ol’An giderken, yeniye -dil- uzatacak, kendisine benzetmeye ve hatta yeni bilince de kendi karanlığının tohumlarını çeşitli vesilelerle atmaya da çalışacaktır. Karanlığın tohumları; anlamları bir birine karıştırarak, değerleri sözlerle basitleştirerek, başlı başına Bir değer Ol’An ve Asıl gerçek Ol’An Ruhunuza, hayrın ve şerrin bir birine karıştırdığı anlamları size sunması ve sizinde inanmanız ve Yol’unuzdan dönmeniz ve kendi Yol’unuzda endişelere ve şüphelere düşmenizle gerçekleşir ve sizi Yol’unuzda oyalamasıyla sonuçlanır.
“Pirincin kara taşlarını görmek kolaydır ama asıl Ol’An pirincin beyaz taşlarını, Aş yaptığınız ve karnınızı doyuracağınız yemeğinizden önce ayıklamanızdır. Yoksa bir daha beslenecek dişleriniz ve Aş yiyecek imanınız Ol’maz.”
“Kullanılan -sözcükler- artık önemli değildir. Sözcükleri kimin kullandığı önemlidir. Sözcükler insanları hiç bir yere götürmez. Ama sözcükleri kullanan insanlar, birilerini bir yerlere götürmek isteyebilir. Gitmek istemediğiniz yerler için sözcüklere değil, ardındaki söyleyene, kalbinizle bakmanız ve ayırt etmeniz hayrınızadır.”

Sevgi ve paylaşım temelli yeni yaşam için hepimizin veya dünyanın dört bir köşesinde insanca yaşam için uğraş verenlerin, kendi doğasına iman etmekten doğan neşeli sabrı, Kalbin Yol’unu yürümekteki asil kararlılığı, Büyük Tabloyu hissedişinin ifadesi Ol’An alçakgönüllülüğü ve tüm bunları An be An sevgiyle disipline etmesi, ister fark edelim veya etmeyelim, hepimizin yaşamlarında birbirimizi etkileyen bir -sabite- yaratmaktadır.

100.maymun hikayesinde olduğu gibi, içimizde ve dışımızda yaratacağımız sabite; fiziksel realitede -Ustalığı-da beraberinde getirir.
Usta- Ol’mak, ne isek O Olmamızdır.
Fazlalıkları bırakmaktır.
Gönül dergahına yürüdüğümüz Yol’da fazlalığımız sadece ve sadece egomuz (nefsimiz) ve egomuza ait Ol’Anlardır.
Çünkü vakti saati geldiğinde fazlalıklarımızı; bırakıp, sadece ne isek O Ol’mayı seçmediysek ve niyet etmediysek ve gerçek eyleyemediysek (Ol’duklarımızı fiziksel hayatta yaşamak), bize hiçbir şeyin yararı dokunamayacaktır.

Sistemin kurgulanan doğası gereği; farkındalığımızı dışardan alıp, içimize yönelttiğimizde her şey çözülür. Farkındalığımızı içeriye yöneltebilmek ise başlı başına bir DİSİPLİN işidir ve yaşam sürecimizde de devam eden bir ustalıktır. Çünkü yaşadığımız sandığımız illüzyon (hayallerimiz sanrılarımız beklentilerimiz korkularımız v.s) farkındalığımızı dışarıya bağlamak üzerine kurulmuş bir Matrixtir. Her şekilde dışarıya Ol’An bağımlılığımız bizi o kadar hayalde o kadar illüzyonda tutacaktır. Ve illüzyonda olmak korku endişe ve kızgınlıktır.

Düşlerimizi süsleyen, geçiş yaparak varacağımızı sandığımız yeni yaşam ise Evrensel Matrixe ulaşmak ve evrensel matrix içinde devinmeye başlamakla ilgilidir. Buraya ancak ve ancak, kalbimizde yaşayarak ve kalbimizden geçerek ulaşabiliriz. Kısaca fazlalıklar gittiğinde Ol’duğumuz olarak kalabileceğimiz yere varmaktır, kalpte yaşamak.
Zihin veya nefs; bu hali anlamlandırmadığından ve anlam, nefs için sadece elde edilebilirlik, sahiplenmek ile ilgili olduğundan ve bu da nefsi elle tutulur gözle görülür gerçekliğe demirlediğinden, kalpte yaşamayı ve ruhsallığı (her şeyin var olma nedenini) dağıtmaya çalışır. Manyetizmaya dayanamaz. Çünkü Ruh elle tutulur ve gözle görülür değildir. Zihnin (egonun); Ruhu kalp gözü ile görecek, Ruh ile muhabbetleşecek ve O’nun Güzelliğinin-iyiliğinin cezbesinde eriyerek, yeniden doğacak ne sabrı ne cesareti ne zekası vardır.

İnsanın ustalığı; ruhu ile fizikseli ne şekilde Bir ettiği dengelediği ve harmanladığı ile ilgilidir.
Ve ustalaştıkça bilgeliğimizi ve bilgeliğimizin ifadesi Ol’An; psişik ve ruhsal yeteneklerimizi de, fiziksel dünyada ifade edebilir hale geliriz.

Psişik ve ruhsal yeteneklerin açığa çıkarılması çalışma ve çabayla değil, bilgelikte ustalaşmayla ( Ruhsal Hakimiyet) ilgili kendiliğinden Ol’An bir süreç olduğundan, vaktinden önce yeteneklerin açığa çıkarılmaya çalışılması, alt kimliklerin, paralel yaşamların, karmik hatırlamayı zorlamanın ve ısrarın kişiye yarar getirmekten çok zararı dokunacaktır.
Sonuçta zararımız ve yararımızda; seçimlerimizle ne Ol’mak ve neye sebebiyet verdiğimizin farkındalığı kadar Ol’acaktır.

BİLGE doğamız gelişmeden ve Ruhsal hakimiyet sağlanmadan gelişen yetenekler zihinsel güç esaslı olduğundan kalıcı değildir. Çekildiğimiz veya kendimizle birlikte hizmet edeceğimiz deneyimin doğası kadar sürer. İlgili kişilerin alınacak derslerine ve ruhsal veya psişik gelişimlerine hizmet ettikten sonra sönerler. Genelde yeteneklerin sönmesinden, yeteneklerin doğası dışında kullanıldığı ve hayırdan çok şerre hizmet ettiği anlaşılmalıdır.
Çünkü BİLGE Ol’An extra ve özel yeteneklere ihtiyaç duymaz.
Çünkü ihtiyacın doğası nefsten gelir.
Nefs ihtiyaç duyar. Çünkü yaratamaz.
Yaratan; Usta Ol’Andır, Bilgedir. Tam ve bütündür.
İhtiyaçsız, zararsız ve koşulsuzdur.
Bilgenin -ihtiyacı- olmadığı için, dolayısıyla yeteneğini (kendi olmayan şahsı için) -kullanma-, sergileme, denemeye tabi tutma, ispatlama, gösteri yapma, başkalarına dersini verme, birilerini bir yerlere sürükleme, manipüle etme, kendisine veya birilerine tatmin sağlama amaçlı ne gündemi vardır ne de niyeti vardır.

Ustan’ın yeteneği An’da tecelli eder ve usta yeteneğini bilgece kullanır.
An'da tecelli eden görünüşe çıkan yetenek de çevresindeki durumdan ve çevresindeki varlıkların ihtiyacından kaynaklanmakta ve ihtiyaca göre şekillenerek ilgili herkesin; Bütünün hayrı gözetilerek tecelli etmektedir.
Yeteneğin ortaya çıkışında Bütünün hayrı söz konusudur.

Usta Ol’An; kendisi Ol’An Bütünün hayrına, başkalarının mucize olarak gördüğü yeteneği bilgece kullanan ustada tecelli eden O’ndan başkası değildir.
Belirsiz belirlilik; Yol’da yürüdüğünüzde bilgeleşeceğinizdir.
Belirli belirsizlik ise, bilgeliğinizde nasıl ustalaşacağınızdır.

Bilgeliğin doğasından gelen yeteneklerin görünüşe çıkış nedenleri ihtiyaç dahilinde değildir. İhtiyaç dahilinde nitelenen ve kullanılan yetenekler, nefsin hüküm sürdüğü titreşimsel alanlar içinde kalacağından, hizmeti de nefse olacaktır. Yeteneğe ne zaman ihtiyaç duyarsak karşılılığında dünyasal veya Öte Alemle ilgili bir tatmin nesnesi elde etmek istiyoruzdur.

“Yeteneklerim ve ben” diye bir şey yoktur. Yetenek ve -ben- varsa; -ben- Bütünden ayrıyımdır. Ayrılık yanılsamasındayımdır. Dolayısıyla Bütünün hayrına hizmetten de ayrıyımdır.
İkilikteyimdir. İkilikte Olduğumuzda ise her zaman yanılabiliriz. Ve ikiliğin madde aleminde açığa çıkan doğası gereği, çekim gücü çok daha fazladır. Ve bu çekiliş genelde uyutur ve karanlığa düşürür.

Bildiklerimizin yanında bilmediklerimiz, sonsuz ve çok büyük olduğundan, hepimizin içinde ve dışında ve sınırsızlığında devindiğimiz Bütüne zarar (!) verme olasılığımız daha buna benzer bir çok etmenle ve nedenle birlikte artar. Ve bir gün gelir biz kendimizi tanıyamadığımız ve yürüdüğümüz yoldan dönemediğimiz şer odağı olabiliriz. Buraya varmak küçük adımların eseridir.
Bu nedenle küçük seçimler çok önemlidir.
“küçük şerlerden kaçınamayanlar, büyük şerlerin yayın odağı Ol’ur.”

"Küçük hayırlara sebep Ol’Anlar ise Bütünde; büyük hayırların Nedeni Ol’ur”
İlk adımımız nereye doğru ise, son adım da bizi oraya bırakacaktır.
Ve Evrende her adım ilk adım ve her adım da son adımdır.
Belirsizliğin belirliliği “adımınızı atmanızdır”.
Belirliliğin belirsizliği ise nereye adımınızı atacağınızdır.
Şerre mi hayra mı?
Özgür İrade Yasası; Evrenin tüm şeklini belirleyen yasadır. Ve özgür irademizin seçimleri, İlahi Adalet ile güvenceye alınmıştır. Evren herkesi tanımakta ve her şeyini bilmektedir. Evrende hiçbir şey, istisnasız hiçbir şey unutulmaz. Gün gelir her şey Rahmet olarak veya zahmet olarak ödenir.
Ve Allah, özgür iradeyi; “hiçbir yere sığmadım ama mümin (yüreğindeki O’nu bilen ve O’na iman eden) kulumun kalbine sığdım” dediği, insana vermiştir. Ve sorumlu kılmıştır.
Bu nedenle kedimizden ve kendimizin ifadesi yeteneklerimizden ve bu yeteneklerimizi -nasıl- kullandığımızdan sorumluyuz. Yeteneklerimizi kullanışımızdan, başımızdan aşağıya ya Rahmet yağacaktır yada zahmetler yollarımız tıkayacak ve hiçbir yere geçit vermeyerek içinde bulunduğumuz boyutsal gerçeklik hapishanemiz olacaktır.

İnsanın her zamankinden daha sade, basit, farkındalıklı, kararlı, asil, derinlikli, paylaşımcı, destekleyici, hoşgörülü ve kendini sevgi temelli yeni yaşama kalben odaklamış olarak yaşamasının hayrına Ol’duğu zamanlardayız.
İmanımızı, bilişimizi, hissedişimizi dengemizi ve yaklaşmakta Ol’An ve O Ol’An yeninin VİZYONUNU özenle korumalıyız.
Ne yaparsak kendimize yapıyoruz.
Ve ne Ol’ursam O’yum.
Ol’duğum kadar O’yum.
Nereye dönersem döneyim -Var- ettiğimi buluyorum ve TENEFFÜS ediyorum.

O’nu var ettiysem O’nu buluyorum. Etmediysem illüzyonda kalıyorum…
Ol’makta Ol’Anın hepsi de pekaladır.
Maksat; bizim ne Ol’duğumuzun ve nasıl Ol’duğumuzun farkındalığıdır.
“Hiç kimse doğru değilHiç kimse de yanlış değil, Ne sen ne benSadece -dönüşüyoruz-Henüz tanımlayamadığımız Neden’eNeden O ki; Son’da Murad’ı Ol’An




Yazan Nilgün Nart
07.07.2009 İstanbul Türkiye

(EVRENSEL VAROLUŞ - USTA serisinden)

EVRENSEL VAROLUŞ X - AŞK İLE HİZALANMAK

burada yayınlanacak...

EVRENSEL VAROLUŞ IX - YARATILIŞ - Dişil ve Eril

Evrensel Varoluş kitabı ile yayınlanacaktır.

14 Nisan 2009 Salı

NE YAZIK - NE KUTLU

NE YAZIK - NE KUTLU

İnsan *basit* yaşayabilmeli…..


Entelektüelliğini ve tıkıştırılmış bilgilerini, Bilgelikmiş gibi sunanlara

Nefsin gelgitlerini ve yalanlarını, her An’da yeni olmayla karıştıranlara

Kırılganlığını ve kargaşasını, içine dönmeyle maskeleyenlere

Bir arpa boyu yol gitmeyi, marifet sananlara

Değişik bir şey söylemek için, eski yargıları ters yüz edip yine yine yargılayanlara

Anlamsız her şeyi bir araya getirip, yeniçağ bilgisi diye anlatanlara

Nefsin daldan dala konuşlarını, değişim diye adlandıranlara

İnsan kardeşleri arasında ayrılık yaratmayı, birleştiriyormuş edasıyla sunanlara

İnsanoğlunu ve ürettiği her şeyi aşağılayıp, “Bütünün en yüksek hayrı için” sözüyle bitirenlere

Diğerlerini içine sindiremeyişini ve öfkesini, sınırsızlık ve özgürlük sananlara

Düşkünlüklerini ve bağımlılıklarını, farklılık olarak kabul edenlere

İtişmeyi- kakışmayı - didişmeyi, uzlaşma yolu olarak seçenlere

İnsan kardeşleriyle alay etmeyi ve tacizi, neşeli olmakla karıştıranlara

Nefsin açgözlülük ve sahiplenme heyecanını, yaşamın coşkusuna tercih edenlere

Kendinden başka çalmadık kapı bırakmamayı, arayış sananlara

Yol’da yürüdüğünü sanırken, aslında oturduğu yerden hayatı boyu hiç kalkmamış olanlara

Her kesin ve her şeyin karşısında olarak, ”kendisi” olanlara

Herkesi aptal, geri ve her şeyi eski ilan edip, yeniçağ çığırtkanlığı yapanlara

Dünyada çalacak bir dost kapısı olmamasını, aydınlanarak farklılaşmanın Tekbaşınalığı sananlara

Yaşamdan ve diğerlerinden çekingenliğini ve korkaklığını, saygı olarak algılayanlara

Onursuzluğunu ve sevgisizliğini, izin vermekle karıştıranlara

Vurdumduymazlığını ve konfora düşkünlüğünü, şefkat olarak görenlere

Bencilliğini ve nefsini, ilahi hak olarak algılayanlara

Nefsi terk etmeyi, dünya nimetlerini terk etmek olarak bilenlere

İnsanları her yol ve her araçla; acz, korku endişe ve suçluluk içinde bırakarak; nefsinin tatminine basamak yapanlara

Her şey olup da, bir dostun gönlüne dost olamayanlara
Yüreğinde; “Kendine” ve diğer insan kardeşlerine taht kuramayanlara

Her şeyi bilip de, bir tek Kendinin ne halde olduğunu ve ne eylediğini bilmeyenlere;
Yol’u yürümeyenlere,
Esirgemeyi, korumayı, paylaşmayı, desteklemeyi, anlamayı unutanlara
Kendine ve İnsanlığa; umut aşk sevgi ve rahmet olamayanlara…… NE YAZIK

“Kendinde” sevgiyle genişleyen, emeğini insan kardeşlerinden esirgemeyen, içsel samimiyetinde ve dürüstlüğünde duran, okyanusa vardığında insan kardeşlerini bulan, maskelerini sonsuza kadar terk etmiş, yalın, sade, yakın, olgun, cesur, sıradan olana, Yaşamı ve İnsanı aziz tutana
ve BASİT YAŞAYABİLENE…… NE KUTLU.

Yazan Nilgün Nart
2007 İstanbul

1 Nisan 2009 Çarşamba

NASIL

NASIL - VASIL

İkiyi Bir edeceğiz….
Öyle Ol’acağız ki...
Ne süptil ne materyalist…..
Ne öteli ne dünyalı…..
Suptillik iliklerimizde maddeleşmiş, iliklerimiz ise suptile evrilmiş Ol’acak…..
Materyal alemde o kadar suptil olacağız ki, dert keder acı öfke ve kızgınlık, suptilleşmiş materyalistliğimizden su gibi akıp geçecek…..takılmayacak bize

Eee nihayetinde, sen iyinin kötünün olmadığını ve hepsinin O’ndan geldiğini bilenlerdensen, ne diye söz sarf edersin, bir başkasının ölümüne, düşkünlüğüne, sefaletine, acısına, başına gelenlere (?) için için nefsince “adalet” dersin. Kah sevinirsin. Kah yerinirsin. Ki “adaleti” de kendine göre yorumlarsın. Yorumunla ölümü de “ceza” olarak ilan edersin.
Ki böyle “görmekle” de ölümü kendine gerçek kılarsın.
Sormazlar mı sana ki … bilmiyor musun diye, baktığını ve gördüğünü ve söylediklerini satın almakta olduğunu.

Eee sen senelerdir suptilim geçtim geçiyorum, uçtum kaçıyorum diyenlerdensen, ne diye hala ikilikte; dedikoduda ve yargıdasın. Nedenleri -neden- bulandıransın.
Geçtiysen de bilmektesin ki Tek sen varsın.
Yok ki başkası konuşasın ve yargılayasın.
Hepsi sensin.
Eğer ki halen yargılamaktaysan senin dışında bir başkası var.
Bilmelisin ki bir başkası var ise iki tanesin.
Sen ve diğeri.
Sen ve diğer isen, bu nasıl Bir Ol’maktır.

Eee o zamanda bilmelisin “Nasıl’ı.

Dokunmayacak sana başkalarının ihanetleri, çekip gitmeleri, sınırları, sözleri, eylemleri, malları mülkleri, başarıları, seçimleri, oralı buralı olması, materyalist veya spiritualist olması.
Yolcuların Yol’ları sana çıkmayacak.
Senin Yol’un Onların Yol’uyla Bir Ol’acak.
Ki “Bir Yol” her yer ve hiçbir yer Ol’An “Kendine” çıkıyorsa,
Kendin Ol’An Tekbaşına yürüyebiliyorsa,
Tekbaşına Ol’An; Ruhunda durabiliyorsa,
İşte O zaman:
Sen Yol’cu Ol’duğunu bilirsin,
Yol’da, Yol Ol’duğunu bilebilir.
Sen bilirsen her şey bilinecek.
Sen binyıllardan sonra başka Bir şey Ol’maktasın.
Sen bilmez isen sana NE Ol’duğunu, inan hiç kimse sonsuza kadar hiç bir şeyi bilmeyecek.
Ve Tekerlek; değirmencinin tekerleği gibi SONSUZLUKTA dönüp duracak.
Sonsuzluğu da saracak Tekerleğine.
Ve SONSUZUN; Sonsuz Dönüşü başlayacak Yok’luğuna.

Ve Sonsuzluk bile sen “”de”” sanacak, Yol Ol’An, Yok Ol’An ipin ucunu.

Eee o zamanda Alemlerin hesabını senden sormazlar mı?
Dostum bilesin ki; zararın neresinden dönersen kar’dır.
Kar’da isen bilirsin basitçe Nasıl’ı…..
O kadar süptilleşecek ki dilin ve dilinden çıkan sözlerin, dokunmayacak hiç kimseye, açıtmayacak sözleri kimsenin canını.
Süptillikten akan gönlünün güzellikleri, sular seller gibi her yeri yıkayacak, tüm ateşleri söndürecek ki gül bahçeleri peydah olsun, seslendiğin sen Ol’An diğerlerinin gönlünde.

O kadar suptilleşecek ki eylemlerin, görülmeyecek insanlara verdiklerin. Sanki veriyorken alıyormuş gibi olacaksın. Dokunmayacak sana verdiklerin…ki hesap defterlerini kapayasın.
Hazineden veresin korkusuzca, tükenmediğini bilerek.
Eee tükenmeyen hazinenin de hesabı, verdiğinin koşulu olur mu hiç?
Bileceksin!
Kerim Vahhab Zıttavl’ın Hazinesi’nden verdiğini.

O kadar suptilleşeceksin ki, katı olmayacaksın kaya gibi, odun gibi.
Sıvı olacaksın su gibi her yere kesintisiz akan, uyan ve yaşam veren.
Akmak ki kılacak seni hayattar. Ve Hayat’da.
HAYATLARI VAR EDEN, ki yaşamın bittiği kiremit çalılarının hercai duruşunda kendini sevinçten kaybedebilecek kadar küçülendir. Küçüklüğünden susacak bütün materyalistliğin ve sonsuz bir huzur kaplayacak içini. O An’da kevgir gibi olacaksın içinden süptil rüzgarların bilinmeze estiği. Ki üfürsün seni rüzgarlar Sonsuz Şimdi’nin enginliğinde yeni bir derinliğe ve genişliğe.

Yeni bir hayat bulacaksın, An’da bir kez daha “O” Ol’acaksın, HAYATTAR kıldığın BAKIŞIN kıvamında, ki Bakışın titretiyorsa, Can Üflendiğin Alemleri.

Ne zaman; “Nasıl” ile başlayan Büyük Hikayen “Vasıl’dır, ki O An.


Yazan Nilgün Nart
01.04.2009

1 Şubat 2009 Pazar

EVRENSEL VAROLUŞ VIII - Bağışlamak ve Kendini Sevmek

EVRENSEL VAROLUŞ VIII - Bağışlamak ve Kendini Sevmek

“İnsan; kendisini Ol’muş Ol’duğu, Ol’acak Ol’duğu ve Ol’uyor Ol’duğu haliyle sonsuz kadar bağışlayıp sevemedikçe; aydınlanma; maddesel Alemin yeni bir din “fantezi” olmaktan ileri gidemeyecek.”

Sonsuz Şimdide “Bir” gün gelir, İnsanın kendisine Ol’An borcunu da ödemesi gerekir.

İnsanın “kendine” Ol’An borcu; kendi adına; kalbinde yaşamayı arzu edip de şimdi burada fiziksel Alemde çeşitli içsel ve dışsal nedenlerle gerçek kılamadıklarıdır.
İçsel ve dışsal illüzyon nedenler birleşir ve kişinin yolu boyunca yanarak ve yangınıyla; kendini ve etrafını aydınlatacağı karanlıkların malzemesini oluşturur.
Karanlık; kimi zaman toplumsal bilincin sınırları, belletilmiş amaçlarımız, hedeflerimiz, ideallerimiz, içimize örülmüş ayırt edemediğimiz kalıplarımız bağımlılıklarımız, şimdiye kadar var olmamızın nedeni saydığımız gerekçeler; sözde sevgiler, sevgililer ile yaşanmadan geçmiş ve alışkanlık olmuş uzun yılların ve küskünlüklerin hesabı kitabı ve beklentileri ve en önemlisi var olduğunu sandığımız ama bir türlüde tam olarak tüm hücrelerimizde hissedemediğimiz Sevginin kaybı korkusu ve arkasından gelen yalnızlıktır.

Bir şairimizin dediği gibi bu yalnızlık paylaşılmaz, paylaşılsa yalnızlık olmaz. Öyle bir yalnızlıktır ki her An’da yüreğimizde aşka sevgiye yaşama ve insanlığımıza yavaş yavaş fark etmeden öldüğümüz yalnızlıktır.

Yalnızlık fiziksel Alemlerin çoklu görünüşünde yalıtılmışlık duygusudur. Kimse kimseyi anlamaz görmez ve duymaz. Çaresizliktir. Varlık tekamül ettikçe yalnızlık paylaşılmaz ama anlaşılır olur. Anlaşılır Ol’ması varlığın kendinde yeni kendi adına yarattığı kavrayışın sabitesinden ışıyan ışıktandır.
Yeni kendinin kavrayışının sabitesinin; Ruh Duruşuna geçişi bir bilinç eşiğini atlamayı gerektirir.
İnsanoğlu için belki de Sonsuzluğun Gözlerine ilk kez kararlı bir şekilde baktığı ve bakabildiği yerde de merkezlenmeyi ve Ruhunda Durmayı seçtiği An’dır.
Kısaca gerçek bir liyakat sınavıdır.
insanın kendinden kendine Ol’An ve istisnasız her hücresinde ve boyutunda farkında Ol’duğu Bir sınavdır.
Ve sınavın konusu Sevgidir.
Sevgi; kendini ne kadar sevdiğinin hissedişidir.
“Kendini” bulmak için veya bilmek için veya gerçek kılmak için neleri; kendinden başka bırakabileceğinin liyakatidir.
Liyakat; insanın sadece ve sadece “kendisi” Ol’duğunda geçebileceği veya aşabileceği Bir bilinç eşiği Ol’duğundan; neredeyse kılıçtan keskin köprülerden, iğne deliklerinden ve de atom altı kuantum alanından; yani yoktan “Kendini” yeniden var etmektir. Bu ancak ve ancak bir insanın kendisi için yapabileceği ve liyakati insan bedeninde görülüp hissedilerek onayı verilebilecek bir haldir.

Bu Bilinç Eşiğini aşabilmek için orada durup kendisine Ol’An; sadakatini; vefasını; yerine getirmesi gerekir. Sadakatin yerine getirilişi; kendisini bağışlamasıdır.

Bağışlamak; sürekli acı ve kederi deneyimleyeceği durumları yarattığı ve duygu besini olarak bu duygulara kendisini bağımlı hale getirdiği için, bağımlılıklarından, korkularında ve nice sefil ve çaresiz durumları üreten duygularından vazgeçemediği için; öncelikle kendisini suçlamayı bırakarak özgür kılmasıdır.
Bağışlamak; tüm bu acıları yaşarken; “Kendisini” sevgiden, aşktan, iyilikten, güzellikten uzak tutuğu için ve yaşanmayan yıllar ve An’lar için hayıflanmaktan vazgeçmesidir.
Ve bağışlamak; şefkatle varılabilen bir -kavrayış- Ol’duğundan; hissedişlerin eşliğinde gerçekleşebilendir.
Ve tüm hücrelerimizde yankılanan ve titreşen kendimize şefkatin ve bağışlamanın verdiği “Anlayıştan”; “Kendinin Sevgisi” içimizdeki karanlığın ufkundan aydınlanmaya başlar.
Ve gerçekten O An’da HER YER Aydınlanır.

Ve insan ilk defa “Kendini” O’nun gözleriyle birlikte görür.
Ve basitçe kendini sever.

Ve Aydınlanmayla; İnsanın kendine Ol’An borcu ödenir.
Kendine borcunu ödemek; insanın; “Kendisini Sevmesidir”.
Bu An’dan sonra yol gerçek anlamda yeniden başlar. Fakat bu sefer niteliği değişir. Ve yaşamın ta kendisi Ol’ur. Yol siz Ol’ursunuz.

Kendini sevmek; kendine şefkat duyarak her An’da kendini kendinde bağışlayarak; dilediğin gibi yaşamak ve Ol’mak için kendine izin vermek ve ne isen O Ol’maya gayret etmektir. Kendine dünya veya ahret mali mülkü şanı payesi unvanı mekanı zamanı ve bilgisi için ihanet içinde olmamaktır. Yüreğinde yaşamak istediklerinden vazgeçmemektir.

İnsan kendisini bağışlayıp bağışlamadığını sevip sevmediğini bilir.
İnsan kendisini bağışlamadan ve sevmeden kendisi olamaz.
Ol’dum diyorsa da “kendisi” değil başka bir şeydir ya da “kimliktir”. Ama kendisi değildir.
Ve insan kendisini sevmeden, bir diğeri sandığı başka kendisin de sevemez.
Sevdim diyorsa da illüzyondur.
İnsan kendisini sevdikten sonra Sevgiyi ve Aşkı yaşayabilir ve yaşanmasına vesile olabilir.

“Aşkı ve Sevgiyi” kendinde bilmeyen; nereden bilebilir ki bir başkasını sevmeyi.
Ve nasıl bakabilir ki bir diğerinin yüreğine temiz bir ayna gibi.
Ve nereden bilebilir ki bir ayna Ol’duğunu bilmiyorsa eğer sevmeyi.

İnsanlık Ol’arak Hep Bir’likte geldiğimiz Bilincin Değişim Eşiğinde; lütfen
O kadar kendinize şefkat Ol’unuz ki kendinizi her şey için bağışlayınız ve
“Kendinizi” seviniz.
Hiç kimsenin sizi bu dünyada sevmediği kadar seviniz.

O kadar seviniz ki illüzyonlar dağılsın yüreğinizden, prangalar sökülsün ayaklarınızdan, kelepçeler düşsün ellerinizden.
Çünkü; illüzyondan boşalan yere tüm haşmetiyle gerçek “Siz” dolacaksınız.

Kendinizi sevmeye başladığınızda ilk kez gerçekten dünyayı da görmeye başlarsınız. Aynı şekilde Dünyada gerçekten “sizi” görmeye başlar ve gizemlerini size gösterir, armağanlarını sevgiyle sunar.
Daha önce göstermemesinin nedeni; kendini sevmeyene her şeyin örtülü olmasındandır.
Örtülü olması varlığın “kendini” bilmemesidir.
Örtülü olmak aynı zamanda kendini bilmemenin cehenneminde ve azabında olmaktır. Kendini bilmemek ruhun gözleri ile kendini görememektir. Ruhun “Görüşü” ve Gözleri sevgidir. Sevgiyle görebilir.
Sevgi yoksa her şeyi “”Ol’duğu gibi “Görüşte”” yoktur.
Ol’Anı Ol’duğu gibi görmek sırları da görmek demektir.
Bu nedenle sevgi önemlidir.
Bu dünyada hep ertelenen, geriye bırakılan ihmal edilen önem atfedilmeyen “Sevgi” aslında tüm Alemlerin peşinde koşturduğu ve bu dünyada gerçek Ol’ması için bir insan Ol’arak bizlerin önünde ve huzurunda el pençe divan durarak hatırlayışımıza vesile olmaya hizmet ettikleri ve hatırlayışımızla ortaya çıkacak olan sevgi O’nun Mücevheri’dir. Değil Cennetlerin, her Alemin “Anahtarıdır”.

Kendimizin dışında; hala sevgi, saygı, onaylama, onaylanma, alkış otorite, guru, bilge, bilgi, kurtarıcı, mesaj, melek, kanıt, ispat, işaret, titreşim, yol arıyorsak ve arayışımızı bitirmediysek bu kendimizi sevmediğimizin,
örtülerin kalkmadığının da delaletidir.

Kaçmak- kurtulmak isteği; kurtarıcı - kurtuluş formülleri, medet - çare olma ve arama girişimleri, içimizde karanlıkların kapısının hala örtülmediğinin, korku realitesi olasılıklarının; potansiyellerimizden sonsuza kadar silinmediğinin ve temizlenmediğinin işaretidir.
Bu ise yaşamlarımızda illüzyon da olsa sefilliğin yoksulluğun acının bir şekilde sahneleneceği anlamına gelir.
Hele ki Amerika’dan başlayan ekonomik kriz oyunu psikolojik ve ruhsal çöküntülerle ve üstüne üstelik bölgesel savaş ve nükleer tehditlerle adrenalini artırarak; sergilenmeye devam etme eğilimine girmişken içimizde olanlara son kez bakıp; her şeyin oyun olduğunu ve anlamsızlığı görerek, artık tüm oyunlardan kendimizi azat etmenin ve kendimizi bağışlamanın ve yüreğimizde yaşamaya başlamanın tam momentidir.

Hep başkalarından hesap sormaya ve her şeyin “Nedenini” kendisinden başka her şeyden bellemiş bir toplumsal bilinçten “Kendimizin Sorumluluğunu” alarak kendi kendimize liyakatimiz vererek “Evrensel İnsan” Ol’maya niyet ettik.
Kendi göbek bağımız kendimiz keseceğiz.
Bundan sonra “Nedenimiz” kendimiz Ol’acağız.
Çünkü biz kendisini unutmuş “kendisiyiz”.
Bilir de fiziksel alemlere çıkış yaparsak ne ala bilmezde sonsuzlukta yine kendimiz Ol’An sonsuzluğa dağılırsak oda pekaladır. Seçim meselesidir.

Biz O’nun eonlar süren sonsuz zamanlarda, şaheseri üzerinde çalışan bir usta gibi An be An sevgisiyle aşkıyla ortaya çıkardığı bin bir türlü güzellikte bezediği ve tüm var oluşu bizin gözlerimizden, bizim yüreğimizden, bizimle birlikte seyreyleyebileceği “Yaradılışıyız”.
Yarattığıyız.
Bu anlamda ve manada biz her “Şey”iz.

Biz kendimizi seversek; Gönül Dergahı’na girebilirsek ve perdeleri kaldırabilirsek “Varoluş”; kendini -Yaradılışta-; şimdiye kadar hiç olmadığı gibi seyre dalacak.
Sırların sırrı açılacak.
Her yerlere Aşk saçılacak
Sevgi yansıyacak.

Eğer biz; yürüdüğümüz Yol’dan sonra hala sevgide neşede coşku da kısaca Var Ol’uşun sevincinde değilsek; her gün bekleyişimiz ve arayışımız büyüyorsa bir An için durup, kendimize sormamız hayrımızadır.
Tüm bu yaşadıklarımın içinde Aşk ve sevgi nerede?
Yaşananların içinde Aşk, sevgi, neşe yok ise; inanın An’lar boşunadır. Yaşanmamıştır.
Ne Siz, ne An, ne O; gerçek Ol’mamıştır.

Biz sevginin ne olduğunu bilenleriz. Çünkü arayanlarız.
Yaşantımızda artık “Sevgi” Ol’mayanlara hayır dediğimiz zaman; sevgi bizim içimizde ışımaya başlar ve bizim için sevginin bir süre içimizde pırıldamasına ve Ruhumuzu kamaştırmasına izin verdiğimizde ve bu izin verişte bir müddet durabildiğimizde artık hiçbir şey eskisi gibi olamaz.
İllüzyon dağılır.
Ve dağılan illüzyonun yerine “kendimiz” Ol’An sevgi tamamen dolar.
Dolan sevgi bir süre sonra taşar ve sevginin ve aşkın yansıması tüm evrenlere yansır ve Evrenleri ve Alemleri de aşar.
Aşkın Ol’uruz.

Arayanlar olarak her seferde hatırlayacağımıza söz verdiğimiz; “Kendinin” sevgisidir.
Ve ilk “Nedendir”.
Ve Neden; sadece ve sadece İnsanın; “Kendisidir”.
Savaşa cehalete zulme
Ve zihnine dolanan sefilliğe
Ve insanın Gaflet uykusuna
Rağmen…
Kalabalıkların karanlığı
Eriyebiliyorsa yüreğinin kuytularında…..
Ve Sessizce Yürüyebiliyorsan “Kendine”
Ve “Nedenin”
Sadece ve sadece SEVGİYSE
Beklediğin
Ve özlediğin
Ve “Nedenin”
Ebedi Şafaklarda ışıyan
“Sensin”

Sen
İşte o zaman “BEN’sin”

Nilgün Nart
11.01.2009 İstanbul / Türkiye

EVRENESEL VAROLUŞ VII - Yaratımın Dinamikleri

EVRENESEL VAROLUŞ VII - Yaratımın Dinamikleri

"EVRENSEL VAROLUŞ" kitabıyla birlikte yayınlanacaktır.