22 Mart 2010 Pazartesi

BENLİK

BENLİK

Zihin; Ruhun, ayrılık yanılsamasından dolayı içine düştüğü Alemleri tanıma aletidir.
Benlik ise olmayan sınırlarda ve kalıplarda biriken bir varolma yanılsamasından başka bir şey değildir.
Kümelenmiş sanrılar yığınıdır.
Birikmiş varolma yanılsaması (benlik) zihne doluşan arzularla-düşüncelerle birleştiğinde ego oluşur. Ego yaratıcıdır, yaratıcılığı kendi yanılsaması ve kırılması kadardır. Ve egonun yanılsamalı varoluşu arzuların da çarpılmasına ve ilk kaynağındaki saflığını yitirmesine neden olur. Çünkü ego, ikilik içinde görebilir ve hep kendisini görür. Kendisini var etme ve yanılsamasını gerçek kılma eğilimindedir.

Zihin; sanrıların hizmetinde ise kendi kaosunu, cehennemini yaratır.
Zihin; gerçeğin (Efendi) hizmetindeyse -Ben Ben’im- dir, cennetini yaratır.
Yansıma; dünyada görünüşe çıkarken, prizmadan süzülen ışığın renklere bölünmesi gibi kırılmış ve çeşitlenmiş-çoklanmış ve dolayısıyla yanılsamaya dönüşmüş olsa da, yaşadığımız boyut geçişlerinde, devirlerin kapanma zamanında, gerçek Benliğin gölge-izdüşümü olarak tezahür eder.
Varlığın, çoklu alemlere inişinde (düşüş) ego olarak yansır ve sistemden çıkışında (yükseliş), benlikteki kırılmalar Bir’leşir, içerde tamlanır, dengelenir ve merkezlenerek gerçek Tanrısal Benliğe dönüşür.
Değişimi, yükselerek genişlemeyi ve bir sonraki -yeni insan- yaşamını seçen varlıklar genelde sistemi kurgulayanlar, inerek-açanlar ve yükselerek-kapayanlardır.

İniş sürecinde unutulan veya yiten bir şey vardır. Bütünün, Birliğinden gelen gücü=aşkı=sevgisi. Varlığın yükseliş sürecinde, bu güç=aşk=sevgi; İlahi Ol’An, Ben Ben’im Tanrısal Benliğini üretir. Ben Ben’im güçtür. Aşk’tır. Sevgi’dir. Çünkü kim Ol’duğunu bilmektedir.
Ve varlığında “kalbin” hakimiyeti sürmektedir.
“Tanrı’nın Krallığı” burasıdır.
“Kevser Şaraplarının aktığı Cennet” burasıdır.
Her geçişte Rahmet, kim olduğunun farkındalığına ermeyi, orada erimeyi ve yeniden varolamayı seçenler içindir.
Çünkü -inişin- özelliği ayrılıktır. Ve ayrılık; Rahmetin, illüzyon boyutlarındaki zahmetli görünümüdür.
Zahmet; Ol’duğu boyutlarda, sefalet, acı, keder, yokluk, yoksulluk, savaş, hastalık, ölüm v.s olarak görünür.

Varlık her ne kadar ayrılık yanılsamasında olsa da, için için kim olduğunun bilgisindedir. Ve kalbin derinliklerinde tezahür eden bu biliş, varlıkta teslimiyet olarak hissedilir. İniş sürecinde, teslimiyetin dışında olan her eylemimiz, etki tepki yasasında karmik bağlarımızı üreten süreci de başlatır. Karmalarımız, grift bir yapı halinde bu günkü dünyamızı oluşturur. Tam bir kaostur. Her şey unutulmuştur. Anlamsızlık, derin boşluğun yarattığı içsel bir acı, değersizlik, yetersizlik, yalnızlık, Ruhun karanlık gecelerinde eşlik eden ve kökleri inişe uzanan ilk ve ilkel acılarımızdır.
Kaçıp kurtulmak isteriz, eğer ki gidecek bir yerimiz olsa idi.
Kurtarılmak isteriz, eğer ki bizi kurtaracak biri olsa idi.

Fakat; ne gidecek bir yer vardır ne de kurtaracak birisi.

Ego benlikten Tanrısal Benliğe geçişimizi belirleyen en büyük sınavımız, kurtulma ve kurtarılma ile ilgili derin sanrıların hakimiyetindedir.
Tıpkı bir insan varlığının ergenliğinden, olgunluğa geçiş aşaması gibidir.
Ne Ol’du isen O’dur.
Olgunluk, Tanrısal Benlikte üstatlıktır.
Kurtuluş ise varlığın illüzyondan kurtuluş üstatlığıdır.
Gidilecek yer ise, yükselerek büyüyeceğimiz ve yerleşeceğimiz yeni boyut kap’ımızdır
Bu nedenle; galakside geldiğimiz momentteki yüksek alemlerin frekansları, fiziksel alemleri zorlamakta ve baskılamaktadır. İnsanlık olarak; tüm bu kaostan kurtarılma beklentisindeyiz. Beklentilerde ve beklemede olduğumuz sürece yaşamı ertelemekte ve ertelenen yaşamla birlikte kaosumuz da artmaktadır.
Dağın tepesinden yuvarlanan ve her döngüde biraz daha büyüyen kartopu gibi sorunlarımız üst üste yığılmakta ve kördüğümler oluşturmaktadır.
Kısacası; dünyalar öyle yada böyle ayrılmaktadır.
Ego bende mi kalacağız, yoksa Ben Ben’imi tamamen kabul ederek, sonsuz kabul, sonsuz şükran ve sonsuz şefkat ile illüzyonları dağıtacak ve uyanacak mıyız?

Gerçekten uyanacak mıyız?
Aydınlık bir sabah günü kalbinizde Gerçek Benliğinize uyanmanız dileğimle…

Nilgün Nart Şubat 2010