19 Eylül 2010 Pazar

DEVR-İ AŞK

DEVR-İ AŞK

Evren bilinçte mevcuttur.
“Ben gizli bir hazine idim bilinmek istedim.”

Bilinmeyi arzu etmeden önce bir hazine olduğunu bilen O’dur.
Ve Evrenleri yaratır…

O; yok, vardır. Var, yoktur.
O; Hiç, heptir. Hep, hiçtir.
Birliktedir.
İkisini Bir Eden’dir. Birlikte ikisinde de Olabilendir.
İkisinde nasıl birlikte olabildiği, tanımlanamaz Ol’Andır.
Ve ne ise O, O An’da Olmakta Ol’Andır. Ve kendi halini kendisi bilebilendir.
O; yaradılışla birlikte görünüşe çıkan ve yokluğundan var Ol’Andır. Varlıktır.
Varlık oluş, O’nun kendini bilme eylemidir.
Bilinçtir. Bilinçliliktir.
Varlık; varoluşa saçılan, parçalarına ayrılmadan önceki ilk bilinçtir.
Ve hepsi olarak da tüm bilinçtir.
Var Ol’mayı arzulayan Bilinçtir.
Saf bilinçtir. Ben Ben’imdir.
Ve bu nedenle Varlık saftır.
Saf Bilinçtir.
Ve görünüşe çıkışta kendinden değerlidir.
Varlık boyutları; tıpkı Tanrı’nın Bahçesindeki, bin bir çiçekler ve ağaçlar gibi, farklı ve çok boyutludur. Hepsinin de toprağı saf bilinçtir.
Saf Bilinç; tüm boyutların toprağı olması nedeniyle aynı zamanda varoluş ağacının, potansiyeller alanıdır.
Varlık oluşumundan toplanan ve derlenen bilgilerin biriktiği, bir sonraki varoluşa kadar saklanacağı işleneceği ve tekrar evrenlere saçılacağı yer saf bilinç toprağıdır.
Bilinç olmadan varlık olamaz, varlık olmadan da bilinç olamaz.
Evrendeki her şeyin kendisinde, tezahür edişine uygun bir bilinci vardır. Çünkü görünüşe çıkmıştır. Görünüşe çıkış; Bilinçtir.

Varlık; saf bilinçle, ne ise O, O Ol’duğunu Bilen’dir.
Bilmiş Ol’Andır.
Ben’im; -Kendisi- Ol’muş Ol’Anın bilebildiği; HERŞEY OL’AN’dır.

O’nun; “Ben gizli bir hazine idim, bilinmek istedim.” Arzusundan sonra varoluşa çıkan Bilinen -Kendisidir-. BEN BEN’İMdir.

Ben Ben’im de bir deneyimdir. Varlığın kendi, Aşk Ol’duğu asalını deneyimlediği ve tüm varlığını kucakladığı, deneyimidir.
Her şey bir anda tümel olarak görülür, ve bağışlanır.
O’na ve O Ol’An her şeye hayranlık, sonsuz kabul, sonsuz şükür sonsuz şefkat ile varoluşun -Tanımlanamaz Ol’Anı, eğer ki söze dökmek gerekiyorsa, tek kelimeyle AŞK’tır. Muhteşemdir.
Saf ve gerçek haliyle ilk defa Ben Ben’imde AŞK hissedilir ve yaşanır.
Yaşanan ne sonsuzluktur ne de son.
Ne yokluktur ne varlık.
Asla tanımlanamaz.
Sanki şimdiye kadar tanımlananlarda, tanımsızı, hatırlamak için gevezece sayıklamalarımızdan ibarettir. Ve pekaladır.
O tanımsızdır.
Zamansızdır.
Mekansızdır.
Aşk’tır. Sevgi’dir.

Yine söze dökmek ve hep Ol’duğumuz yere; Ben Ben’ime gelebilmek için;
aslında; saf bilincin toprağından baktığımızda; sonsuzluk ve sınırsızlık diye bir kavram ve tanım da yoktur.
Sonsuzluk, çoklu bakışın (zihin – ego), Baki Ol’Anı tanımlama uğraşından başka bir şey değildir.
Sonuçta; Sonsuzluğu tanımlayarak tanıma getiren zihindir.
Sonlu olan ve sınırları olan zihnimiz, -tanımsızı- sonsuzluk olarak tanımlayarak anlamaya çalışır.
Sonsuzluk ve sınırsızlık ikisi de dualite olgusunun içinde zihnin yarattığı tıpkı; zaman ve mekan gibi varlık boyutlarının kutuplarını oluşturmaktadır.
İllaki anlamak istiyorsak; Sonsuz Şimdi; evrimimizde ve tekamülümüzde, bizlerin anlayışını çok boyutluluğa hazırlayan ve süreçlerimizi daha çok kolaylaştıran kavramdır.
Sonsuz Şimdide; An’lar, mevcudiyeti ifade eder.
An, zaman değildir.
An; ne geçmiştir ne de gelecektir.
An; basitçe O An’da ne deneyimleniyorsa hepsidir.
An; ne oluyorsa ne varsa ne ise basitçe O’dur.
Ve kendimizdir.
An’da her şey yiter. Yitirilir. Geçmiş ve gelecek yitirilir. Zaten hiç olmamışlardır.
Yitmiyorsa ne An Ol’unabilir ne de -eylemin- kendisi olunabilir.
An’da; ne ise O Ol’An, Ol’maktadır.

An; Bir yere ulaşmakla bir yere varmakla veya bir şey olmakla ilgili değildir, sadece -kendisi- Olmakla ilgilidir.
Ve kendisi Ben Ben’im Ol’An, AŞK’tır.

Nihayet sonsuz zamanlardan sonra, Devr¬-i Aşk’tayız.
2012 başlangıçtır.
Bundan sonra –Devir-, kalbin devri, son söz kalbin sözüdür.
Devir, kendiliğine, insana, varlığına ve Ol’uşa, hasbihalde Aşk Devridir.
Aşk; saf bilinçlerin Altın terazisinde tartılabilir…
Ve sadece Aşk Ol’An İnsan, Aşk’ı yaşayabilir ve Aşk’ın Hak’ını, Hak edene verebilir.


Ne Mutlu Bize!


Nilgün Nart

*

DEVR-İ AŞK

Beden kapısının bekçisiyim
Kapıyı açmakla görevliyim
Kapı ki;
Sonsuz gözü Ol’An
Sarmalanmış içrek içrek
Sessizlikte uyumakta

Açtığında
Serilecek yüreğin
Sonsuz ışıklı Evrenler üzerine
Sanki sensin gibi
Uzaktan göz kırpacaklar
Hangi Alemde
Huşuya dalmak istersin?
Diyecekler…
İnan bana
Ötelediğin ve bazende örselediğin
Ve şimdi açtığın
Ve sana aslında her zaman açık kapıdan
Bir adım gitmek istemeyeceksin.
Tam Eşikte
Alfa ve Omega’da duracaksın
Durdukça eşiklerde
Ve Eşiklerin üzerine yuva kurdukça
Sonsuzluk sana Yol gösterecek
Kendisinin hiç gitmediği
Yer Ol’mayan Bilinmezlere
Gönül Dergahındaysan eğer
Orada
Görecek gözlerin olacak
Kucaklaşacak dostların
Ve Dostlar ki
Saklanmışlar belirsizliklerin içine
Velhasıl
Sen ki
Kendiliğin Sonsuz Enginliğinde
Hiç düşlenmemiş Ol’Anı düşleyebilesin
Dileyesin
Ve
Aşk Ol’An yüreğini
Evrenlere SER-ESİN diye
Sevgili
Es esebildiğin kadar Sonsuzluğunda
Devir; Aşk’ın Devri
Aşk Sen’sin
Ve Sen Sevgili
Bil ki
Estikçe ve Aktıkça

Kendindesin….


Nilgün Nart / İstanbul / Kızkulesi/ 28.04.2010

13 Mayıs 2010 Perşembe

GÜÇ EŞİĞİ

GÜÇ EŞİĞİ

Tekamülün en can alıcı eşiği; “güç-güçsüzlük” olgusunun ne olduğu veya ne olmadığının anlaşıldığı ve kavrandığı yerdir.
Güç Eşiği; iki realiteyi birbirinden ayıran, sonsuz bir uçurumun üstüne kurulmuş, dar ve uzun manalar köprüsüdür.
Köprü subjektif algımıza göre yapılanmakta ve kendini yaratmaktadır.
Ne isek O Ol’duğumuzda, köprünün üzerinden yollar peydah olur yüksek Alemlere bağlanan ve cenneti yeryüzüne indirdiğimiz ve cenneti burada yaşabildiğimiz. Bu nedenle insan bir kapıdır; her konuştuğunda, düşündüğünde ve söylediğinde, cennet veya cehennemlere açılan.
İsa’nın dediği gibi bizler tüm yaşamımızda, ister bilelim ister bilmeyelim, düşündüklerimizden de sorumluyuz. Çünkü evrenler bağdaşıklık prensibinde birbirine bağlanmış yekpare Bir Bütündür.
Ne isek O olamadığımızda, güç eşiği köprüsü uzar incelir, dünyanın bin bir türlü tasası endişesi ve çarpık görüntüsüyle dolar.
Neysek O Ol’mak önemlidir. Ne isek O Ol’duğumuzda gerçeğizdir. Burada sonsuz kabul ve şükran vardır. Ve diğerlerinin de ne iseler O Ol’malarına derin bir izin veriş vardır. Ve bu Şefkattir.
Güç Eşiği, ne isek O Ol’duğumuzda kolaylaşan ve aşılabilendir.

Bundan öncesi, illüzyon boyutundaki, nefs kabında toplanmış gölge kişiliğin kendine çektiği ve deneyimleyerek sanrılarını tüketerek, Evrensel yaşamdaki gerçek yerini ve yaşamını -Hak- etmeye çalıştığı sınavlardan ve derslerden ibarettir.

Ol’duğumuzun anlamı; içsel gücü keşfederek bu güç içine yerleşmemizde ve her seferde yine bu güç içindeki yerleşikliğimizde, dengelenmemizde yatmaktadır.

Aslında büyümek- derinleşmek- genişlemek, doğal bir arzudur ve maddesel formda evrimle gerçeklenir. Varlık maddesel formlarda belirli bir evrim seviyesine geldiği zaman, evrimleşmiş maddesel formun, yüksek boyutlarla birleşmesi sonucu açığa çıkan ve o mekâna - zamana ait -Bilincin; madde içinde büyümeye başlaması ile tekâmül yolu da başlamış olur. Burası Güç Eşiğinin aşılmaya başladığı yerdir.
Fiziksel büyüme, evrimseldir, ruhsal büyüme tekâmülseldir. İki adımlı büyüme, kendi özgün boyutlarında, en yüksek seviyesine geldiği zaman, devrimsel bir sıçramayla bir üst siklusun dönemecine adım atılır ve yeni bir -varoluş- kendinde sabitlenir. Mayaların 2012 takviminde insanlık için gördüğü ve kehanet ettiği zamanların sonu; yeni bir varoluşun yaratılması ile alakalı bir siklus sonudur.
İnsanlığın, evrensel varoluş hakkını elde edeceği ve Güç Eşiğini geçerek yaratacağı bir gerçekliktir.
Herkes kendi Güç Eşiğini geçtiğinde, aynı gerçekliğe çıkacağız. Birlikte doğacağız.
İluzyonun, dualistik görüşü gereği, düşük titreşimdeki dünya mekanında olanlar ile yüksek titreşimli Alemlerde olanlar tam tersi değerlerde yapılanmaktadır. Dünyanın -değersizinin- üzerine dünya hayatınca sarf edilen emek ve sevgi ile kumlar inci tanesi olmakta ve üst alemlere çıkışın biletleri olarak değerlenmektedir.
Dolayısıyla illüzyon ortamının, neye sahip olduğuna ve -kim- olduğuna dayanan güçleri, tekamül yolculuğunda yüksek Alemlerin titreşimlerinde maden ve manen çözünmektedir.
Yükseliş yolculuğunda, neye sahip (çözündüklerimiz) çıkma istersek, sınavımız olacaktır. Sahip olmak ve sahiplenmek düşük boyutların deneyim aracıdır. Hiç kimse aslında hiç bir şeye sahip olamaz. Çünkü sahip olacak hiçbir şey yoktur. Bütün akış olduğunda,n her şey gelip geçicidir; değişir ve görecelidir.
Sahip Ol’mak tutmak demektir. Sahip olmak istediğimizde ve tutmak istediğimizde akmıyoruz, akmak istemiyoruzdur.

Tutunmak; dışsal güç yaratmak ve dışa tutunmakla alakalıdır. illüzyonu sürekli var kılmaya çalışmaktır.

Ne kadar dışsal güç istersek o kadar içsel güçten (sevmekten) yoksun kalırız.
Ve o zaman bilinmektedir ki; güç sandıklarımız ve gücümüzü yüklediklerimiz, aslında bizi güçsüzleştirenlerdir.
Güç güçsüzlüğü görebilende ve zaafları bırakabilendedir.
Güç, kumları, inci tanesine dönüştürebilendedir.
Güç; sevgisini emeğini, birlikte doğduğu insanlıktan esirgemeyendedir.

Akmak için bırakmak ve değişimi kabullenmek gerekir. Akışta ise sadece kalıcı olan ve hep bizde Ol’an -kendimizi- ve kendimizde Ol’an ne is O Ol’abiliriz.

İçeriye odaklanmak ve içerde kendimiz Ol’an güce yerleşmektir.
Güç; sevgi Ol’An kendimiz Ol’maktır.
Gücün tanımı aslında sevginin tanımıdır.
Evrende; ne kadarını, nasıl sevebildiğimiz, gücümüzü belirler.
Evrenseller boyutlara genişlemeye varolanla birlikte akmaya ve zamansızlık boyutlarında yaşamaya -gerçek yaşama- başlarız.

Evrensel akışta olmanın ve zamansızlığın yaşam biçimi olan rasgelelik sahiplenmeyi yapışıp kalmayı ve katılaşmayı içermediğinden, süreç içinde; akışkan olanlar zamansızlaşır, bırakanlar akışla Birlikte büyür ve genişler.
Akışla birlikte görünüşler ve manalar değişir.
Bütünleşir ve derinleşir.
Zaman kapanışlarında yaşanan, hızlanma ve üstümüze yığılan bu kadar kaos - karmaşa içinde etrafımıza yağan ışık ve lütfün kıymetini bilerek, kendimize emek vermemiz ve ataletin içinden çıkarak ilerlemeye devam etmemiz, iyiden güzelden hayrdan kendimizi yeniden yapılandırmamız yolumuzu her adımımızda kolaylaştıracaktır.
Ayırt etmeden tevazu içinde dünyada olan her şeye sevgiyle emek vermek ve eylemlerimizi Bütünün hayrı yönünde eylemek, bizi içsel güce götürecektir.
Sevgiden ve kendimizden başka hiçbir şeye ihtiyacımız yok. Biz şimdi buradayız. Ol’abileceğimiz sadece ve sadece -kendimiz- Ol’maktır.

Kendimize ve sevgiye odaklanmamız yeterlidir.
O Ol’An; An’da her şeyde ve hiçbir şeyde Ol’abilen kendisidir.
Güç; An’da -kendimiz- Ol’abilmektir.
Güç; An’da, noktadan, çeperlere kadar; her şeye sevgiyle yansıyabilmektir.

22 Mart 2010 Pazartesi

BENLİK

BENLİK

Zihin; Ruhun, ayrılık yanılsamasından dolayı içine düştüğü Alemleri tanıma aletidir.
Benlik ise olmayan sınırlarda ve kalıplarda biriken bir varolma yanılsamasından başka bir şey değildir.
Kümelenmiş sanrılar yığınıdır.
Birikmiş varolma yanılsaması (benlik) zihne doluşan arzularla-düşüncelerle birleştiğinde ego oluşur. Ego yaratıcıdır, yaratıcılığı kendi yanılsaması ve kırılması kadardır. Ve egonun yanılsamalı varoluşu arzuların da çarpılmasına ve ilk kaynağındaki saflığını yitirmesine neden olur. Çünkü ego, ikilik içinde görebilir ve hep kendisini görür. Kendisini var etme ve yanılsamasını gerçek kılma eğilimindedir.

Zihin; sanrıların hizmetinde ise kendi kaosunu, cehennemini yaratır.
Zihin; gerçeğin (Efendi) hizmetindeyse -Ben Ben’im- dir, cennetini yaratır.
Yansıma; dünyada görünüşe çıkarken, prizmadan süzülen ışığın renklere bölünmesi gibi kırılmış ve çeşitlenmiş-çoklanmış ve dolayısıyla yanılsamaya dönüşmüş olsa da, yaşadığımız boyut geçişlerinde, devirlerin kapanma zamanında, gerçek Benliğin gölge-izdüşümü olarak tezahür eder.
Varlığın, çoklu alemlere inişinde (düşüş) ego olarak yansır ve sistemden çıkışında (yükseliş), benlikteki kırılmalar Bir’leşir, içerde tamlanır, dengelenir ve merkezlenerek gerçek Tanrısal Benliğe dönüşür.
Değişimi, yükselerek genişlemeyi ve bir sonraki -yeni insan- yaşamını seçen varlıklar genelde sistemi kurgulayanlar, inerek-açanlar ve yükselerek-kapayanlardır.

İniş sürecinde unutulan veya yiten bir şey vardır. Bütünün, Birliğinden gelen gücü=aşkı=sevgisi. Varlığın yükseliş sürecinde, bu güç=aşk=sevgi; İlahi Ol’An, Ben Ben’im Tanrısal Benliğini üretir. Ben Ben’im güçtür. Aşk’tır. Sevgi’dir. Çünkü kim Ol’duğunu bilmektedir.
Ve varlığında “kalbin” hakimiyeti sürmektedir.
“Tanrı’nın Krallığı” burasıdır.
“Kevser Şaraplarının aktığı Cennet” burasıdır.
Her geçişte Rahmet, kim olduğunun farkındalığına ermeyi, orada erimeyi ve yeniden varolamayı seçenler içindir.
Çünkü -inişin- özelliği ayrılıktır. Ve ayrılık; Rahmetin, illüzyon boyutlarındaki zahmetli görünümüdür.
Zahmet; Ol’duğu boyutlarda, sefalet, acı, keder, yokluk, yoksulluk, savaş, hastalık, ölüm v.s olarak görünür.

Varlık her ne kadar ayrılık yanılsamasında olsa da, için için kim olduğunun bilgisindedir. Ve kalbin derinliklerinde tezahür eden bu biliş, varlıkta teslimiyet olarak hissedilir. İniş sürecinde, teslimiyetin dışında olan her eylemimiz, etki tepki yasasında karmik bağlarımızı üreten süreci de başlatır. Karmalarımız, grift bir yapı halinde bu günkü dünyamızı oluşturur. Tam bir kaostur. Her şey unutulmuştur. Anlamsızlık, derin boşluğun yarattığı içsel bir acı, değersizlik, yetersizlik, yalnızlık, Ruhun karanlık gecelerinde eşlik eden ve kökleri inişe uzanan ilk ve ilkel acılarımızdır.
Kaçıp kurtulmak isteriz, eğer ki gidecek bir yerimiz olsa idi.
Kurtarılmak isteriz, eğer ki bizi kurtaracak biri olsa idi.

Fakat; ne gidecek bir yer vardır ne de kurtaracak birisi.

Ego benlikten Tanrısal Benliğe geçişimizi belirleyen en büyük sınavımız, kurtulma ve kurtarılma ile ilgili derin sanrıların hakimiyetindedir.
Tıpkı bir insan varlığının ergenliğinden, olgunluğa geçiş aşaması gibidir.
Ne Ol’du isen O’dur.
Olgunluk, Tanrısal Benlikte üstatlıktır.
Kurtuluş ise varlığın illüzyondan kurtuluş üstatlığıdır.
Gidilecek yer ise, yükselerek büyüyeceğimiz ve yerleşeceğimiz yeni boyut kap’ımızdır
Bu nedenle; galakside geldiğimiz momentteki yüksek alemlerin frekansları, fiziksel alemleri zorlamakta ve baskılamaktadır. İnsanlık olarak; tüm bu kaostan kurtarılma beklentisindeyiz. Beklentilerde ve beklemede olduğumuz sürece yaşamı ertelemekte ve ertelenen yaşamla birlikte kaosumuz da artmaktadır.
Dağın tepesinden yuvarlanan ve her döngüde biraz daha büyüyen kartopu gibi sorunlarımız üst üste yığılmakta ve kördüğümler oluşturmaktadır.
Kısacası; dünyalar öyle yada böyle ayrılmaktadır.
Ego bende mi kalacağız, yoksa Ben Ben’imi tamamen kabul ederek, sonsuz kabul, sonsuz şükran ve sonsuz şefkat ile illüzyonları dağıtacak ve uyanacak mıyız?

Gerçekten uyanacak mıyız?
Aydınlık bir sabah günü kalbinizde Gerçek Benliğinize uyanmanız dileğimle…

Nilgün Nart Şubat 2010

2 Şubat 2010 Salı

KENDİN OL’MAK

KENDİN OL’MAK

Şimdi Tam Zamanı
Dün değildi
Yarında değil
Dün ve Yarın bir potansiyeldi.
Şimdi Burada, Sen Var’sın
Hep Şimdi Buradaydın
Ve hep Şimdi Burada Ol’acaksın.
Şimdi Burada Gerçeksin.
Dünde ve yarında, koskoca yalan bir hikayeden ibaretsin.
Güç; kalbinde taşmak ve tüm bentleri yıkmak için bekleyen sonsuz sevgide
Ki
Aşk dediğinde, bu gerçekle yüzleşebildiğinde, varolan herşeye aşkla sevgiyle yansıyabildiğinde...
Gerçek, senin kendinde bir diğeri de kendi gerçeğinde ve indinde yine sevgide ve sende.
Gerçeğe giden Yol’lar çokluktan gelse de, kapıları birbirinden ayrı olsa da, açabildiğinde çıkacaksın yine oradan farklı Ol’An -Bir- Gerçeğe.
Hadi koyul O zaman gerçeğine giden Yol’a,
Ve Yol ki yaşamın Ol’acak ve seni Evrende –Biricik- kılacaktır kapıya geldiğinde.
Kanma sen dünyada anlatılan yalana dolana ve inanma asla talan Ol’Ana
Bağlar bozulmadan, yenisi kurulmaz,
Yeter ki kalbin bozulmasın,
Yeter ki sen Yol’a koyul.
Yeter ki yaşamına ve sen de Ol’An iyiliğe ve güzelliğe sarıl
Heba etmeyesin bağ bozumu armağanlarını
Kendini aramaya kaptırıp…..

Kaybolamayacağın bir yerde kaybolduğunu
Ayrılamayacağın yer olmayan yerden ayrıldığını sanmayasın…

Sandında bak neler oldu….
Umutların tükendi,
Sayılı günler gitti,
Vakitler doldu,
2012 Ol’du
Hatta
Ol’Anlar Ol’du.

Hala arayıştasın.
Bırak arayışı. Bulamadıysan hiç bulamayacaksındır.
Aramak geçmişin ve geleceğindir.
Hep arayacağından ve asla bulamayacağından emin Ol’abilirsin.
Arayışını bitirdiğinde Şimdi Buradasın.

Şimdi Burası Ol’manın yuvasıdır.
YUVA’dır.
Şimdi Burada, Ol’maya adandığında ve Kendini; eylemlerini duygularını düşüncelerini Şimdi Buraya toparlayabildiğinde yalın sade ve basit bir şekilde içine bak.

İçinden sana bakan Sonsuzun Gözlerini göreceksin…..
Tüm ihtişamıyla Evrenlerin harelerinde titreştiği ve nabız gibi attığı karanlık koyu bir çift Göz sana bakıyor olacak….
Ve sen Sonsuz Göz’de, kendini bilmediğin zamanlardan beri ilk defa huşu içinde huzura demirleyeceksin ve seyredeceksin.
Ve O’da nihayet kendini sende seyre dalacak…..

Eğer göz göze gelmişsen Sonsuzla, O’nun senin gerçeğin olduğunu bileceksin….
Eğer ki gerçeğinin henüz ne olduğunu bilmiyorsan, göz göze gelmemişsindir…..

Arayışı bırak ve tekrar tekrar içine bak.
Sabırla içeri bakacaksın.
Ve imanla içerde -kendini- bekleyeceksin.
Şundan emin olabilirsin ki, sen sana içerden geleceksin.
Dışarısı arayış.
Dışarısı geçmiş ve gelecek.
Ne ararsan içerde.
Nedenler, gerçek Ol’An -Kendinde- düğümlendi.
O düğüm ki, içine baktığında çözülecek ve -Kendin- kendinde bilinecek.

“Sen kendini bil ki; Alemlerde söylesin bildiğini kendinle ve kendince”

Yazan Nilgün Nart
21.12.2009 İstanbul/Turkiye

12 Ocak 2010 Salı

MERKEZLENMEK

MERKEZLENMEK

Evrende her şey nereden baktığımıza göre değişir. illüzyon alemlerinin bakışı çoklu bakış olduğu için, hangi bakışla (sizde olanlara göre niyetiniz ne ise) bakarsak, baktığımız şey buna göre şekillenir. Manalanır. Ve içinde yaşadığımız gerçekliği oluşturur.

Dünya 3.boyutludur. Beş dışsal duyu ile ve 5 dışsal duyunun yorumlanmasına dayalı faaliyetlerin ve bellek kayıtlarının idaresini üstlenen ve illüzyon alemlerinde de sanal kimlik egoyu oluşturan zihin ile bilinir ve 3.boyutun deneyimsel gerçekliği için tanımlar.

3.Boyut; zaman+mekandır. Dışarısıdır. Yokluk Alemleridir. Aslında ne zaman vardır ne de mekan.
Yüksek boyutlar, hızlı titreşen boyutlardır. Hızlı titreşmek frekansın yüksekliğini oluşturur. Yüksek boyutlara Yol’ aldığımızdan her şey gibi zamanın da titreşimi artacak veya kısaca hızlanacaktır. Zamanın hızlanması; aynı zamanda alemlerinde dürüleceği anlamına gelmektedir. Alemlerin dürülmesi tüm zamanların An’a toplanması demektir. An aslında Sonsuz Şimdidir.
Şimdi Burada; Tam ve Bütün; hazır ve nazır Ol’maktır.
Çünkü Varlık veya Varoluş; potansiyel haldedir. Yaradılışla birlikte görünüşe çıkmaya başladığı zaman süreçler yasasına tabi olur. Boyutlara akmaya başlar. Boyutlara akan; varoluşun potansiyelleridir.
Varoluş potansiye haldeyken, henüz Ol’mamış haldedir.
Varoluşun veya varlığın; henüz olmaması gelecek ve geçmiş olarak adlandırılabilir.
An; Şimdi Burada Ol’mak yaradılıştır.
Yaradılış eylemde Ol’mak, deneyimde Ol’mak demektir.
Ve varlık fiziksel alemlerde görünüşe çıktığında sadece An’da VAR olabilir. Şimdi Burada, Ben Ben’im.
(Bu ifade yaradılışın şimdiliğinin ifadesi iken, illüzyon alemlerinde, nefsin söylemi ve bencilliği olarak yaşanır, takii nefis bir şekilde ölüp Efendi doğana kadar.)
Çünkü geçmiş ve gelecek potansiyel olduğundan ve potansiyelde Yok’luk alemleri Ol’duğundan, basitçe geçmiş ve gelecek, şimdi burada olmadığından yoktur. İlluzyondur.
Toprak gibidir. Tohumun toprağa ekilip, bir süre karanlıkta kabuğunu çatlatmasına kadar (kendini hatırlayan kadar) olacağı yerdir.
Geçmiş ve gelecekte aslında yaşanamaz. Yaşanıyormuş yanılsaması içine düşülebilir. Farkındalık geçmiş ve gelecek olduğu sanılan kayıtlarda dolandığında aslında yoklukta Ol’mayanda gezinmektedir. Ve birde sabit bir geçmiş ve gelecek hikayesine asılı kalıp, kendisini hikaye-algısında özdeşleştirdiğinde tamamen kaybolur.
Bu varlığın illüzyon alemindeki bakışının parçalanmasıdır. Tek çare merkezlenmek ve dengelenmektir.

Her geçen gün kutuplulukların artığı, dünyaların ayrıldığı ve deneyimlerin keskinleştiği yaşamlarımızda, MERKEZLENMEK önemlidir ve hayrımızadır.
Merkezlenmekten maksat; merkezden ve teklikten bakan, kendi bakışının hakimiyetini kazanmış Bakıştır.
Merkezlenmek; her şeyin “nedeninin” bizatihi kendisi Ol’duğunun bilişinde Ol’An Efendinin varlığı Ol’An tüm yaradılışın ortak hayrında durduğu hayrı ve şerri kavradığı ve yaradılışı kapsadığı noktadadır. Efendi Noktadır. Kendisini bilir.

Merkez nokta varlığın, kendisidir.
Bu tıpkı bir çemberin merkez noktasında Ol’mak ve çeperlerini yitirmek gibidir.
Belki illüzyonik olarak başka noktaları da görebilirsiniz (aslında onlarda bir şekilde aynı hamurdan sensindir) ama burada çeperleri Ol’mayan bir çemberin orta noktasındasınızdır. Ve Nokta’sınızdır.
Çeperleri sonsuzlukta kaybolan diğer noktalarla yeni girişim desenleri oluşturabilir ve tüm oluşan desenleri çemberinin sonsuz çeperlerinde hissedebilir ve varlığının kalbine akıtabilirsin. Keşfedebilirsin.

Mevlana’nın pergeli misali; merkezlenirsin, kendin Ol’An Bir nOktaya; Ol’mayan çeperlerinde Alemleri kucaklayabilir, sonsuza kadar, kendini kendinde, seyreyleyebilir, sevebilirsin.

Bu nedenle ayrılıp gidebileceğimiz bir yer ve varacağımız başka bir yer olmadığından, bizden başka da bir şey bulunmadığından, ne kurtulma vardır ne kurtuluş, ne de geçmek vardır nede kalmak. Hepsi bizdedir. Bizdendir.
Sadece illüzyon alemine yaptığımız seferden uyanmamız gerekmektedir.
Geçiş aslında, bilinç eşiklerini geçiştir.
Geçiş; bilinç eşiklerinde nöbet tutan korkuları, endişeler, öfkeleri geçiştir.
Geçiş; aslında bir vazgeçiştir.
Vazgeçiş; *kendin* Ol’mayan her şeyden geçip gidebilmektir.

Arayışı bırakmaktır. Kurtulmayı bırakmaktır. Sanrıları bırakmaktır. dışarıda sana anlatılan tüm bu korkunç hikayeleri, 2012 yi depremleri felaketleri, hastalıkları, 3.dünya savaşlarını kısaca hiçbir gerçekliği olmayan tüm bu hikayeleri bırakmaktır.
Neşe sevinç coşku iyilik güzellik bolluk huzur ve şifa Ol’duğumuzu hatırlamak ve bu hatırlayışla An’a MERKEZLENMEKTİR. Kendinde Ol’maktır.
Aydınlanma; tüm bunların bilgisine doğmaktır.
Aydınlığın; O, Ol’An kendisinin gözleri ile O’nun Düşünü görebilmek ve düşe Yol alabilmektir.

Ve Bir Yol vardır?

Aydınlıkta bilene kadar geçen süreç Yol’un Kendisidir ve yaşamımızdır.

Yol, bizatihi bizim Yaşamımızdır.

Yol, Bizizdir.


Yazan Nilgün Nart
25.11.2009 İstanbul Türkiye